30 Temmuz 2010 Cuma

Etrafında kocaman binalar vardı. Kendisini çok küçük ama minnacık hissediyordu... Hissetmeli miydi onu da bilmiyordu. Markete doğru yöneldi. Ne istediğini bilen adamlar gibi, bisiklet yolunun yanından, çağdaş bir şekilde ilerliyordu. Önemli biri olduğunu hissetti. Önemsiz olduğunu bilen ama önemliymiş gibi davrandığını biliyor ama kendine itiraf edemiyordu. Sadece kulaklarını kapayıp markete gitmek istiyordu. Önemli biri olarka tabii... Yoldan geçen insanları küçümsedi, aynı zamanda kendini yüceltti. İçini kaplamaya başlayan o huzursuzluk duygusunu var olan tüm gücüyle dışarı atmak istiyordu. Önemli biri olmalıydı... Çok önemli ve mühim. Bunu başarabilirse kendisini şanslı sayacaktı. Şans değil de, vadedilmiş bir vaka. Evet, kendisini diğer insanlardan üstün sayıyordu, kılıf üstüne kılıf geçirdiğinin farkındaydı fakat, ötesi olmayan bir düzlemde tek umuduydu bu... Tek isteği markte gitmekti. Yol bitmek bilmedi... İçi acımaya başlıyordu. Pişman olacağını bildiğinden emin olduğu bu yolu kat etmenin acısını önceden kestirmesine rağmen, kendini alıkoyamayarak dışarı atmıştı. Attığı her adımda kalbinin her damarının acıdığını hissediyordu. Önemli bir kişiydi... O kadar önemliydi ki, dünyadaki her sanatseverin takdirini kazanmış olmanın gururunu yaşıyordu. İçi acıyordu. Ama düşünmemeyi tercih etti. Yol bitmişti ve markete girdi...

1 yorum:

Mirat Can Bayrak dedi ki...

İşte bu durum kafamı karıştırıyor benim. Önemli biri olma çabası ve sıkıntısı zamanı iyi geçirme şansını yok ediyor. E önemli biri olmak bağımsızlık ve mutluluk hissini elde etmek için gerekliyse. Gider balıkçı olursun hiç bir derdin tasan olmadığı için yine acayip mutlu olursun. Gibi gibi...