
Ben sessizce otururken o geldi baktı yüzüme. O yaptı diye suç atılacak bir durum yoktu zaten ortada. Olsa hissederdim. Fakat baktıkça da yüzüm ısınıyordu. Nefes kokusu… Kendimi silkeleyemeyecek kadar yorgundum. Ya da yorgunmuş gibi hissediyordum. Kemiklerimi biri çalmış götürmüş gibiydi. Kim ne yapsın benim kemiklerimi? Çok düşünme Hasan dedim. Kişisel gelişim kitabı kriz durumlarında 3 saniye içinde karar vermelisiniz diyor. Ben veremedim. Nefes, nefes… İçim buğulandı. Böylesi daha iyi…Belki, ben hiç konuşmazsam o da susar. Nefese bir yere kadar dayanabilirim fakat bakışları? Ben ne kadar kaçırırsam bakışlarımı o da o kadar bana çeviriyordu. Gözlerden kaçamazsınız. Göze göz, dişe diş. Buğu içimi ağırlaştırıyordu. Alışması zor ama imkansız değil. Denemeye karar verdim. Kemiklerim yerindeymiş meğersem. Ayağa kalktım, vapurlara has sanki deniz suyunun işlediği ucuz ama pahalı tost ve çay aldım. O almadı. Dışarıda yiyeyim dedim, yağmur çayımı ıslatır diye vazgeçtim. Otobüsün kapılarını da kapatmışlar. Islanma ihtimalimin olmadığı bir köşeye sığındım. Gözleri üzerimde olana çay ikram ettim, içmedi. Tostumu veremezdim çünkü karnım açtı. Manzarayı izle bari dedim izlemedi. İzlememekte de haklıydı. Kara kara yağmur bulutları yavaşça yeryüzüne yaklaşmaktaydılar. Her yerde gemiler vardı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder