Saate baktım, marketin kapanmasına 15 dakika vardı. Bilinçsiz bir şekilde, apar topar evden çıktım. Asansörün aynasında kendimden ziyade, yağdan sağ tarafa doğru kireç gibi yapışmış saçlarım ve kirden iyice esmerleşmiş yüzümle, 2. sınıf bir bollywood aktörünü gördüm. Dışarısı, burnumu bir anda kaskatı edecek kadar soğuktu. Bursa’nın, merkezden çok uzakta, upuzun sitelerle çevrilmiş, ne olduğu belirsiz bir semtinde oturuyorduk. Genel bakış, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, savaşlarla beraber boşaltılan sevimsiz balkan yöreleri gibiydi. Havanın soğuk oluşundan mıdır bilinmez, koca muhitte tek bir insan bile göremedim. 20 katlı binaların arasında öylece tek başıma yürümek beni hem ürkütmüş hem de hüzünlendirmişti. Evden çıkarken annemden yürüttüğüm sigarayı yaktım. Bilgisayardan uzak kaldığım nadir anlardan biriydi. Düşünmek istiyordum, fakat soğuk buna engel oluyordu. Zaten markete de gelmiştim. Sigarayı bir inşaatın duvarında ustaca söndürüp, geri kalan kısmı cebime attım.
Markete girer girmez beynimin işlemeye başladığını hissettim. Fakat saate bakıp bilinçsizce evden çıktığım için markete neden geldiğimi unutmuştum. Reyonlarda gezinmeye başladım. 8 yaşındaki kararsız bir çocuk edasıyla çikolata reyonunda çakılı kaldım. Zaten cebimde sadece biraz bozukluk olduğundan çok fazla seçeneğim yoktu. Dolayısıyla başarılı bir karar vermem gerekiyordu. Çikolata reyonunda fazla felsefe yapmaya başladığımı fark edip, orayı terk ettim. Pirinç ve makarna reyonunun yanında, sirke ve şalgam sularını gördüm. Oldum olası midemi gereksiz derecede acı ve ekşiyle doldurmayı sevdiğim için, elim ister istemez yeni piyasaya çıkan, bu yüzden de deneme fiyatı olarak 1 ytl’ye satılan, Çilingir marka şalgam suyuna yöneldi. Hiç düşünmeden ilk seçimimi yaptım. Ardından sade şalgam suyunun midemi bozacağını düşünerek, cips reyonuna yöneldim. Cipsi sadece şalgam suyunu dengelemek için aldığım için önemsemedim. Alelade, en ucuzundan bir ‘Patos’ alıp kasaya yönlendim. 2 lira 25 kuruş olan tutarı ödemek için elimi montumun cebine attım. Cebimdekileri kasiyere uzattığımda, kasiyerim yüzüme baktığını gördüm. Elimde birkaç 25 kuruşun yanı sıra 3 tane kocaman mont düğmesini görünce bu bakışın nedenini anladım. Yolda param var mı diyerekten ceplerimi yokladığımda yaşadığım tatlı tebessüm, mont düğmeleri yüzündenmiş. Düğmeleri tekrardan cebime koyup, geriye kalanları verdiğimde ise, 1 lira 50 kuruşumun olduğunu gördüm. İstemeyerek de olsa cipsi geri koymak zorunda kaldım.
Dışarıya çıktığımda soğuk tekrardan bütün bedenimi sarmıştı. Elimde kocaman market poşeti ve içindeki tek şey olan şalgam suyuyla market kapısının önünde bir süre anlamsızca bekledim. Yarım söndürmek zorunda kaldığım sigaramı tekrar yakmak için elimi cebime götürdüğümde, kasaya parayı vermek üzere elimi cebime attığım sırada sigarayı kırdığımı fark ettim. Yine de hırs yapıp, bebek pipisi büyüklüğündeki sigarayı yakmaya çalıştım, beceremedim. Fakat sigara yakma çabalarım sırasında, her denemem de yüzümün biraz ısındığını fark edip, birkaç kez daha denedim. Bir adım attım ve yeniden duraksadım. Yüzlerce kocaman bina, etrafında hiçbir insan olmaksızın karşımda öylece dikiliyorlardı. O soğuğun altında beynime çakan şimşek birden bütün vücudumu ateş gibi yakmaya başlamıştı!
İçinde ucuz şalgam suyu olan, elimdeki devasa market poşetim, Rajkumar’ınkine benzeyen saçlarım ve pijamasından daha uzun olduğu için paçalardan sarkan iç donumla, bunca binanın arasında, onlardan farksız bir şekilde öylece kımıldamadan duruyordum. Bu varoluşumun şokunu üzerimden atar atmaz, yavaş adımlarla yürümeye başladım. Sahiden ne yapıyordum ben ? Sabah 6’ya kadar internetteki yabancı hatunlara kendimi sinema yönetmeniymiş gibi tanıştırıp, onların beni arzulamalarını sağlıyordum. İşin daha da acı kısmı buna kendim de inanmaya başlamıştım. Şu ana kadar yaptığım tek şey olan, uyduruk bir kısa filmin ardından kendimi bir Emir Kusturica ilan etmiştim. Bütün bunların birden farkına varınca kendi kendime tükürmek istedim. Fakat yapmak istediğim şeyin mantıksız olacağını anlayınca vazgeçtim.
Günler boyunca odadan dışarı çıkmadığımdan olsa gerek, dışarı çıktığım anda beynimin algıları fıskiyeden çıkar gibi dışarı fırlamıştı. Hayatta hiçbir gerçek amacım yoktu. Beynimin savunma mekanizması, beni olmadığım bir karaktere sokmuş, olmak istediğim benmişim gibi hayata devam etmemi sağlıyordu. Ortada beynimi su gibi içen bir bilgisayar vardı. Dokunamadığım kadınlara dokunuyormuş , başaramadığım başarıları başarıyormuşum gibi hissetmemi sağlayan bir canavar. Bir an çok gaza gelmiş olmalıyım ki, ‘eve gidince kırarım ben bunu’ dedim sesli olarak. Sonra ‘neden kırayım ki? İstenilirse çok da faydalı bir şey olabilir bence bilgisayar’ diye düşündüm. Sorunun bilgisayarda değil bende olduğunu anladım.
Apartmanın önüne geldiğimde, yerde öylece birbirini kovalayan 2 poşet gördüm. Hemen aklıma ‘Amerikan Güzeli’ filmi geldi. Filmdeki sahneyi düşünüp, şimdi yaşadığım olayla bir bağlantı kurmak istesem de, o kısmı tam olarak hatırlamadığım için, bir süre rüzgarda uçuşan poşetleri izleyip, hayatımdan bir kesiti, Amerikan Güzeli filmiyle özdeşleştirmenin mutluluğuyla apartmana girdim. Asansöre binince, sesli olarak aynadan kendimle konuşmaya başladım; ‘’Kimsin sen? Ne için varsın ? Hayatta olmanın nedeni ne? ‘’ dedim kendime bakarak. Ardından daha da coşkuyla, ‘’ Yaşlanıyorsun dostum! Ve şu hayatta hiçbir şey yapmadan ölüp gideceksin bu gidişle’’ dedim sitem dolu bakışlarla ve sağ yumruğumu hafifçe aynaya değdirdim. Arkamı döndüğümde alt komşumuz Hanife teyzenin ürkmüş bakışlarıyla karşılaştım. Bir şey demeden kısa bir süre bakıştık. Ardından, yaşadığım coşkuyu bozmamak için, yüzümdeki çatık ifadeyi değiştirmeden hızlıca geçtim yanından.
Eve girer girmez odama geçip şalgam suyumu açtım. Annem kapımı çaldı ve içeri girdi. Bana matbaacının yanında kutu paketleme işi bulduğunu, günlüğünün 20 lira olduğunu, sabah 8 de Murat abiyle işe gidebileceğimi, öğle yemeğinin de olduğunu söyleyip, çalışmak isteyip istemediğimi sordu. Çalışırım dedim. Kapıyı kapattı ve gitti. Bilgisayarın başına oturdum. Alya’ya ‘Sorry honey, that was my producer, we talked about some business :) ’ yazdım…